Sonsuz sandığı okyanusun maviliğine kendini kaptırmış, akıyordu bilinmezine. Hüzün ve mutluluk dostça yaşarken hücrelerinde, her zaman ki beklenmedik dalgaların girdabında, küçücük bir gülümseyişi yitirdi gözbebekleri. Dudaklarına konan tebessüm, yağmura hasret göçmen kuşlarıyla kanat çırptı özgürlüğüne. Oysa nasıl da özlemişti, ılık rüzgârların tenini okşadığı bir bahar akşamında, sırılsıklam yağmurlara bandırmayı dudaklarını.
Çöl çoraklığının çatlamış coğrafyasında, başka diyarların özlemiyle kulaç atar, düşlerin ateşli adasına. Yılanlı yolların hızlı raylarında, elinde pusulası usulca ilerlemeye başlar. Dingin nehirlerden geçer yüreği, ansızın coşkun çağlayanlarla sevişir. Bilinçaltının labirentinde, peynirini arayan fare gibi arar puslu geçmişini. Bulduğunda inceden bir sızıyla kemirir peynirini. Yüzyıllık şarap kıvamında leziz bir burukluktur artakalan.
Yakamozların susamışlığına yansıttığı aksi seyre dalar. Karanlık gökyüzünü, parlak yıldız kümeleri yumak misali sarmalamıştır. Kutup yıldızının kendi gibi yalnızlığını sorgular. Milyonlarcasının arasında tek başına, söndürmeden içindeki ateşi, yanar hepsinden en parlak. Tek farkları; kendisi kalabalığın içinde yapayalnız, kimsenin fark etmediği coşkun ateşiyle, cılızlaşır nefesi.
Ay’ın hüzne vurduğu güzün akşamlarında, parçalı bulutlu gözbebeklerinin sağanağı, tuzlu çörek tadında düğümlenir boğazına. Elinde silik ve siyah - beyaz yanmış bir film şeridi, zamanın onmaz sancısından gebe kalan…
Şimdi her gündoğumuyla beraber, bir avuç toprakta doğmakta hüzün yüklü
PAPATYAM…
Nihal KÜÇÜKDÖNMEZ
2004
0 yorum:
Yorum Gönder