Gidenler sadece bu yaşamdan göçenler değildir. Yaşayanların açtığı yaralarda kapanır elbet ama izi kalır. İşte bu izler bizi hayat karşısında anlamlı, farkındalıklı kılar aslında. Beni bugüne getiren; "dost sandıklarımın" içinin boş olduğunu görmem sayesinde oldu. Bu yüzden onlara çok borçluyum! Önceleri yıkıldım, paramparça oldum, güvendiğim, değer verdiğim, sevdiğim (sevgilin, eşin, arkadaşın, "dost"un, ailenden biri) insan bana nasıl böyle davranırdı? Sorguladım, o kadar gözyaşı döktüm ki akıtacak yaşım kalmadı bencilce "Dost'luk adına ben boşuna çaba harcamışım düşüncelerinde en dibe vurdum ardından uyandım; insanız hepimiz çiğ süt emmişiz, herkesin kendi içinde bir dünyası var bu küçücük hümayun-u dünya içinde.
Her şey zıtlıkların "bir"liğinden doğar." her iyiliğin içinde bir kötülük, her kötülüğün içinde bir iyilik vardır" tabiri bundandır. Hangimizin aklından kötü bir şey geçmediğini söyleyebiliriz ki... Ama özünde hepimiz iyi olmayı isteriz. Peki, kime göre iyi kime göre kötü? Benim iyi diye düşündüğüm bir şey bir başkası için pekâlâ kötü olabilir... Bu o insanın kötü olduğu anlamına gelmez sadece zıtlıkların birliğini görmede yatıyor gerçek... Bir şey yapıyorsam, birini seviyorsam, birine âşıksam, birini dost bellemişsem bu benim tercihimdir. O istediği sürece (o da bunları tercih etmişse) ben tüm yüreğimle, ruhumla, benliğimle, varlığımla yanında olmaya çalışırım. Ama onun aynı şekilde bana bakmasını bekleyemem o zaman yaptıklarımın, yüreğimle, ruhumla, benliğimle, varlığımla yanında olmamın hiçbir anlamı olmaz. Herkes kendince, kendinden bir parça sunar karşısındakine, elinden geldiğince. Bu bir sözcük de olabilir, bir bakış da. Bazen bu sözcükler ve bakışlar incitir bizi, anlaşılmadığımızı düşünürüz ona bu kadar değer verirken bana niye böyle davranıyor diye sorgularız, hâlbuki onun verebildiği o kadar demek ki... Bundan sonrası yine sana kalıyor sana zarar verdiğini düşünüyorsan hayatından uzaklaştırırsın o zaman bu kişiyi. (bunu öğrenmem ve uygulamam-ki hala çok zorlanırım- çok canımı yaktı, çok kanırttım bu yüreği ama ruhumu çökertecek bir şeye izin vermekle de kendime haksızlık etmiş oluyordum). Kelimelerin kifayetsizliğinde diyorum ki, salt, saf sevgiden, sevi'den vazgeçmeyin. Yüreğinize dönüp bakın. Ruhunuzu dinleyin, dinlendirin. Acaba niye öyle baktı, niye bunları söyledi, niye bana bunu yaptı, şimdi bunu verdi acaba altından ne çıkacak sorgulamaları sadece zihnimizi yoruyor, zihnim o kadar yoruldu ki sürekli resetliyorum ;) zihnin sorgulamalarını en aza (tamamen susturmak Mevlana, Şems; Hayyam, Maharaj gibi insanlara nasip olmuş sanırsam ama onlar bile yaşadıkları olaylar karşısında tam bir zihin ölümünü başarmışlar mıdır bilemem) indirip, her şeyi olduğu gibi ruhuna katıp, hayatın sunduklarını yürekten kabul ettiğimiz an'da kainatın tüm pozitif enerjileri de sizinle birlikte dönüyor en olumsuz, acı, kırgın ya da kızgın anlarınızda dahi yaşamın sundu bu deneyimde bir anlam bulabilseniz, bu sebebin de sonucu vardır elbet deyip sabırla sükut ederseniz O size dibin karanlığındaki hakiki aydınlığı da gösterecektir. Yeter ki inancınızı yitirmeyin. Özünüze ve özünüzdeki O'na olan inancınızı...
Özde hepimiz "bir"iz. Yüreğinin derinliklerindedir bütün sözcükler -hazineler-… Zamanla gerçekten huzuru istersen yapabilirsin. Bunu söylerken ruh gibi havada uçacaksın, dünya umrunda olmayacak, derdin tasan olmayacak, kimseyi takmayacaksın demiyorum, o zaman duyarsız olursun zaten. Elbette ki kırılacaksın, üzüleceksin, kızacaksın ama bütün bu duygularını farkındalığında karşındakinden bir şey beklemeden salt, saf sevginle yapabilirsen kendindeki değişimi göreceksin. Herkesin bir elinden gelen, yüreğinden akan paylaşımı vardır. Birisine ben seni bu kadar severken, saçımı süpürge ederken, sana bunları verirken bana bunu yapamazsın demek anlamsızdır, kendimizi yıpratırız sadece. Kocalar aldatır, sevgililer çekip gider, çocukların her şeye isyankardır, sözünü dinlemez, annen, baban seni anlamaz sen herkesi anlamaya çalışırken, empati kurarken onlar bir kalemde çizerler suretini, paramparça ederler benliğini... bir de üstüne sen dağıtırsın kendini... Ben bunlara bu kadar değer verirken, bir istediğini iki etmezken, her gece mutlu olsun diye adamın koynuna girmişken, beni aldatsın; aman çocuklarım mutlu olsun diye, odalarına kadar yemek taşımışken, hastayken bana bir bardak su bile taşımasın; anam babam için her şeylerine koşarken, yavrum bir derdin var mı diye arayıp sormasın, dost bildiğim kadın en ufak şeyimi kıskansın... Bitmez bunlar, ruhuna gerçekten zarar vereni ne kadar zor olsa da ne kadar acıtsa da yüreğini sonunda çıkarıyorsun hayatından, gidemesen de çıkarırsın; sevgilin, eşin, ailenden biri, dost sandığın farketmez... Ama bi de şu açıdan bakalım; "onun verebildiği o kadar"ken;
1. sen ne kadar paylaşımcısın? (aslında ticari yaklaşımsal ifadeyi -alışverişi- aşıp bu açıdan bakmak doğru bence)
kendini biliyor, farkındalığında eminsen eğer öyleyse;
2. karşındakinden neyin beklentisi içerisindesin? İşte bu en zor aşamadır...
Ama kendini bilir, ruhunu yüreğini okursan zamanla, yüreği güzel insanlarda seni buluyor inanın hatta kötü düşünen kimse sana bir şey yapamıyor... Beklentilere girmeden sev, çünkü sevginin gerçek "aşk"ın beklentisi olmaz. Bu önce kendinize, yüreğinize, ruhunuza, O'na, eşinize, sevgilinize, çocuğunuza, anne-babanıza, dostunuza, kedinize, köpeğinize, çiçeğinize hayata olan "aşk"tır. Emin olun siz beklentisiz olduğunuzda hayat size fazlasını verir. O an'da tek bir kelime bile saçınızı süpürge etmenize değer... Hüzünlerin de, mutlulukların da anı'nı yaşamayı öğrenip, beklentisizce, yaşamın sunduğu her nimeti (acı bir olay da nimettir, kişisel ruhsal gelişimin için bir nimettir, o an'da anlayamazsın ama farkında yaşarsan bunu hissedersin zamanla) şükranla karşılar, yürekten inanıp, şükredersen, tüm canlılar içinde "eşref-i mahlukat- olduğunu bilir yine de kainatın sadece küçücük bir toz zerresi olduğunu görebilirsen, öz sevginin karşılığa gerek olmadığını görürsün. Elinden geleni paylaşabileceğini bilir, hayata, insanlara bu öz sevi ile yaklaşırsan sevinçlerin, derin masmavi bir okyanus, hüzünlerin de cennet bahçelerinden sana umut getiren dingin akan ırmaklar gibi gelecektir...
"AŞK ve DOSTLUKLA" kalın…
Nihal KÜÇÜKDÖNMEZ
Ekim - 2010
Ekim - 2010
0 yorum:
Yorum Gönder