Herhangi bir otobüsteyim. Şehirlerarası yollarda ilerleyen. Bir şehirden bir diğerine geçiyor hızla. Şehirler arasında dolanıp duruyor. Başı dönmüş belli. Şaşkın. Hangi şehrin il sınır çizgisinden içeri girse bir yıkıntı gözlerinin önünde. Yüzyıllar önceki saldırıya uğramış kabile görüntüsünde şehirler. Yakılıp yıkılmışlar. Ama yine de içlerinde yıkılmamış "şey"leri taşırlar. O "şey"ler ki görünüşte aciz, içerikte ise en az acizlik kadar güçlüdür. Otobüs hızla ilerler. Şehirlerde bir canlıya rastlama umuduyla. Umutları suya düşer. Otobüs kocaman bir gemi olur. Sonsuz okyanusun ortasında tek başına. Bir de ben. Güvertesinde onu sınırsızlığa sürükleyen. Ellerimde bir tek karanfil. Bir bakıyorum ellerimdeki karanfil çoğalıyor. On, yüz, bin derken milyonlara varıyor karanfiller. Atlıyorlar suya ellerimden, özgürlük çığlıklarını da savurarak. Ve birden güneşin kızıllığı vuruyor okyanusa. Okyanus dalgalı, hırçın. Kan kızıllığı sarıyor dört bir yanı. Okyanus kan akıyor. Bir mavi damla kaçıyor yalnızca. Uçuyor umarsızca. Göğün saçlarına tutunuyor.
Bizim gemi kanatsız bir uçak. Minder misali dayanmış bulutlara, atlıyor bir gökten diğer göğe. Ben uçağın kanatsız gövdesinde. Yelelerinden tutuyorum sımsıkı. Birden uçak şaha kalkıyor. Martılar halay çekiyor töresizce. Yağmur çiseliyor ufak ufak. Beyaz pamuk şekerleri kararıyor. Uçağım durmuyor, uçuyor şaha kalka kalka. Beyaz bir at ilerliyor karanlıkların ortasında. Ben uçağın gövdesinden atın sırtına düşüyorum. Dağ, taş dinlemiyor gidiyoruz dörtnala. Adeta uçuyoruz uçağın da üzerinde. Tırmanıyoruz en yüksek zirveleri ve en uç noktaya çıktığımız anda atlıyoruz zirveden aşağı, düşünmeksizin. Atım kayboluyor birden.
Ben kılcal damarlarla yapılmış bir salla ilerliyorum sığ ve sakin bir nehirde. Küçük yeşil adamlar sağ yanımda, mavi gelincikler solumda. Önümdeki belirsiz dar yol genişliyor yavaş yavaş. Sessizlik kulak zarını yırtarcasına. Ölüm sessizliği desen değil, yaşam sessizliği desen değil. Öyle bir çizgi ki kımıldamak mümkün değil. Kılcal damarlara takılıp kalmış ayağım. Kurtaramıyorum. Ardından büyük bir su sesi derinlerden gelen. Gözlerimde çağlayan. Düşüyorum çağlayandan aşağı. Su toprak oluyor. Ben toprağın üzerinde. Altımda demir yığınları. Demir toprağın canını acıtıyor. Kalkmak istiyorum, olmuyor. Demir yığınları elleriyle bağlamış beni. Bırakmıyorlar. Debeleniyorum, olmuyor. Bağırıyorum, olmuyor. Çığlıklarım kulaklarımı sağır ediyor. Duymuyorum. Görüyorum yalnızca. Kara, kapkara bir yığın kütlesi. Kapkara bir demir yığını. Durmaksızın geliyor hızla. İçinde bir çocuk. Atlıyor kurtulma çabasıyla. Kızıyor demir yığını. Ateşler çıkarıyor kafasından. Kara dumanlar. Yaşamını kapıyor çocuğun. Çocuk ölmüyor. Yerden ayağı kesiliyor. Yalnızlıkla kıvranan diğer ayak, yeri ezme çabasında.
Kara demir yığını üzerime üzerime geliyor. Kaçmıyorum. Kaçamıyorum. Bedenimi istiyor, kırmızı güller sunuyorum dostluk adına. Bedenimi sunuyorum, kanımı içiyor gülün kırmızısı namına.Ezip geçiyor beni. Öyle bir ağırlık ki üzerimde anlamıyorum. Sanki bütün ağırlığını da yıkmamış üzerime demir yığını. Sonra görüyorum ki tek ayağı basmıyor yere. Elimde çocuğun yüreği. Artık bedeni bir demir yığını.
TRENLEEEER...
LANETLEEEER...
Elimde çocuğun yüreği.
YÜREĞİNİ YÜREĞİME KATIYORUM...
Nihal KÜÇÜKDÖNMEZ
12.07.1998 / Pazar
0 yorum:
Yorum Gönder